Translate

18 Kasım 2013 Pazartesi

Hafta sonu Londra

Uzun bir aradan sonra Anna ile beraber tekrar Londra'yı ziyaret edelim dedik. Çok sevdiğimden değil maksat gezmek olsun, uçak biletleri de ucuz. Zaten galiba bir ben sevmiyorum şu şehri, herkes bayılıyor. Akşam geç saatlerde iniyor uçağımız, hostele gidene kadar da iyice geç oldu, üstüne de yol yorgunluğu falan derken o gün yalan oldu tabi. İşin komik yanı Londra da bizim için gezecek ilginç bir yer kalmamış.

Başlıyoruz plan yapmaya; müzeler-hepsini gezmişiz birer ikişer defa, saray maray turistik yerler- onlar da tamam, alışveriş mekanları- çoktan üstü çizildi bile (üstelik para mı var şimdi), parklar- evet olabilir hava güzel (Hyde parkta küçük bir gezinti), müzikal- evet bak işte o olur (oha be 20 İngiliz sterlini ne ara 70tl oldu) olsun artık aldık bir bilet, Pub- eskiden bir iki takıldığımız Pub'a felan tekrar ziyaret, yemek- bir iki uzak doğu yemeği satan yer vardı oraya uğrayalım bari, sonrası doğaçlama gelir zaten diyerek (bide metronun pahalılığından şikayet ede ede) başlıyoruz dolanmaya.

Topu topu iki günümüz var, yapacak bir şeyler bulunur elbet koskoca Londra da, değil mi ama?!
İlk gün hava enfes (yani güneşli) Camden Town'a gidiyoruz, hem yemek yer hemde bakınırız etrafa diyerekten... Ayyy gitmez olaydık hafta sonu o ne kalabalık, bedava bişey mi dağıtıyorlardı da biz göremedik.





Camden'dan sonra tutuyoruz Hyde Parkın yolunu, vee benim en sevdiğim kısım; sincaplar, kuğular, ördekler, börtü böcek. Bu konuda İngilizleri taktir etmek lazım, koskoca şehrin içinde muazzam parkları ile sanki şehirde değilmişsin hissini yaşatıyorlar insana.








Evet kabul ediyorum kameram elimde en az iki saat sincap ördek falan kovaladım. Ama şu tiplere baksanıza çok şirin değiller mi ki!? Havyanlar top model sanki, turistlere her gün yüzlerce poz veriyorlar.
Albert Memorial at sunset


İkinci gün, soğuk ve yağmurlu, git de eğlen bakalım şimdi. Geldik bir kere, sızlanmanın manası yok.
Rotamızı Notting Hill'e doğru çeviriyoruz, yağmurda etrafta dolanmak kadar can sıkıcı birşey yok, üstelik yağmur ahmak ıslatan tarzda (gerçekten hak veriyorum bu ada). İsveç'te sonbahar çoktan kendini kış mevsimine bıraktı, Londra da hala sarı yaprak mevsimi.



Hava yağmurlu ve bulutlu olunca bırakın fotoğraf çekmeyi yaşamaya üşeniyor insan! Üstelik herşey aynı hiç bir şey değişmemiş, demek istediğim şehrin bir modası var hep aynı, hediyelikler aynı, aksesuarlar, giyim kuşam aynı, yemekler aynı, Londra aynı... Sanat konusunda sözüm yok o aynı kalabilir, hatta daha da fazla olsun.
Tebeşir kullanılarak yapılmıştır.
Londra metrosu koridorlarında müzik.



Ayrılmadan önce klasik birkaç kare çekeyim dedim ama hava koşulları pek izin vermedi. İnternette bir ton güzel fotoğraf var zaten, siz oradan bakın.




Belki bir gün tekrar görüşürüz Londra, mümkünse güneşli ve sıcak bir gün seç beni için.

Bir sonraki gezi rotam belli oldu bile, (ikinci kez) gemi ile Finlandia-Helsinki. İlk seferinde pek beğenmemiştim, ıssız gelmişti, başkent sonuçta farklı beklentilerle gidiyor insan. Her neyse Finlandiya senden tek dileğim ben oradayken güneşini saklama (bide gemi falan batmasın su buz gibidir şimdi).