Translate

1 Aralık 2013 Pazar

Gemi Seyehati: Finlandiya Helsinki

Biraz gecikmeli bir yazı oldu kabul, ama takdir edersiniz ki okul devam; -ödevler, raporlar- kutlamalar, organizasyonlar, sportif aktiviteler ve bir sürü başka şey daha, yani kısacası günlerim bayağı dolu bu aralar. Neyse geçen hafta sonu her zamanki cruise gurubum ile, hatta fazladan birkaç kişi daha katıldı ki sayımız 16 oldu, Helsinki yollarına düştük. Yola çıkmadan bir önceki gün ise parti modunda olduğumuzdan dolayı herkes sırt çantaları son anda hazırladı, ve ben en önemli şeylerden birisini evde unuttum, kameramın şarj cihazını! Ah bu kafam, çantadan çıkarıyorsun tamam da geri koysana sonra. Yarı dolu şarj ile 3 gün.... tabi yok öyle zırt pırt fotoğraf çekmek, ikinci defa bile bakmıyorum pozlara nasıl çıkmış diye. Tek tesellim sene başında, Şubat gibi, Helsinkiye gitmiş olmam. Bol bol donmuş deniz fotoğrafım var (denizin donabilmesi evet, belgesel misali, çok egzotik; her an karşı kıyıdan kutup ayısı penguen falan gelecek hissi yaşıyor insan). Neyse, ilk gittiğimde şehir çok ıssız gelmişti bana, ne yalan söyleyeyim pek öyle ilginç bir şey de yoktu hani (bu cümleden sonra Miray'ı duyar gibiyim; "o kadar geziyorsun yine de beğenmiyorsun, körün istediği bir göz allah verdi iki göz", yada bunu gibi bir şey işte). Aslında bu sefer daha bir eğlendim, neden mi? okumaya devam.

Gemimiz Stockholm'den akşam üstü kalkıyor ertesi gün sabah 10 gibi Helsinki'ye varıyor. Acele etmemiz lazım güneş 3 gibi batacak, ama kolay mı on altı kişi ile hareket etmek. Bir heykel görülüyor grup fotoğrafı falan derken hop yarım saat gitti bile. Benim aklımda ise açık hava müzesini gezmek var, sonunda ufak gruplara ayrılıyoruz, kimi şehir turunda kimi benim gibi park-müze-orman- göl gezmesinde. Gözüme kestirdim bir kere o Seurasaari Açık Hava Müzesine gidilecek. Benim gibi meraklı iki arkadaşı takıyorum koluma gidiyoruz, tramvay ile 10-15dk sürüyor. Söylemeden geçemeyeceğim, Finlandiya'lılar çok nazik insanlar, nerede ineceğiz ne tarafa yürüyeceğiz diye daha biz sormadan kendileri yardım teklif ediyorlar (elde harita ile dolaşınca ve İngilizce konuşunca tamam bunlar turist dediler, üstelik ten rengimiz Finlandiyalılara nazaran fazla esmer). GPS'li telefonalar tabletler falan yanımızda ama öyle tadı olmuyor gezmenin, kağıt harita yoksa birçok şeyden mahrum kalıyor insan. Mesela haritanın boyutu ile cebelleşmek, haritada yer tespiti yapmak, aynı kıvrımları kullanarak düzgünce katlamaya uğraşmak... sonuç olarak halinize acıyıp yerel halktan birilerinin gelip sizinle konuşması ve yol tarif etmesi, bir iki ipucu/öneri vermesi, güler yüzle iyi günler demesi vs. GPS mi? eh çok kaybolursak o zaman kullanırız. Tramvay ücretini nakit verelim dedik şoför/makinist (ne deniyorsa artık) para üstü çeviremedi, bizde illa ödeyeceğiz diye de uğraşmadık hani, napalım öğrenci milleti her yerde aynı (anlayacağınız gidiş-dönüş beleşe geldi, shhh fazla duyan olmasın, söz bak Finlandiya'dan gelen arkadaşlara Isveç'te kahve ısmarlayacağım, hatta Türk kahvesi bile sunabilirim, Türk çayı da olur, her daim tam donanımlıyım).

O zaman fotoğraflarla gezimize başlayalım.

















Küçük ahşap ağaç evler favorim. Parkı tamamı 18-20.yy geleneksel Finlandiya mimarisini yansıtan yapılarla dolu! İnsanlar günlük yürüyüşlerini yapıyorlar, etrafta tek turist biziz. En beğendiğim şeylerden birisi de insanlar ağaçlara kuş/sincap evleri koymuşlar ama öyle sadece süs niyetine değil, buralara yemek de bırakıyorlar. Dolayısıyla etrafta sincaplar cirit atıyor! Aynı zamanda birbirlerini kovalıyorlar, birbirlerinden yemek çaldıkları için. Bir belgeselde seyretmiştim, şöyle ki, sincaplar ormanın değişik bölgelerinde kışlık erzaklarını zulalarlar, fakat bu depolarını sadece 3 güne kadar hatırlayabiliyorlar (balık hafızasının sincap versiyonu) böylece biri diğerinin zulasını buldu mu kendininki zannedebiliyor, işte yaygara orada kopuyor. Kışın olur da kavga eden sincaplar görürseniz muhtemel sebeplerden biri bu naif hırsızlık olayıdır.






Bu çocuk gibi bazı çocuklar çok şanslı, büyük şehirde yaşayan çocuklarımız anca bilgisayar/tablet başında kuş beslesin (yada en iyi ihtimal muhabbet kuşu vardır evde- tabi o da hiç yoktan iyidir; çocuk açısından, kuşun görüşü malum).








Evet, Helsinki açık hava müzesi bundan ibaret, yolunuz düşerse, doğayı seviyorum diyorsanız uğramanızda fayda var. Şehir merkezine ulaşınca beklenmedik bir sürpriz ile karşılaşıyoruz. Chrismast Market! Anlaşılan o ki Noel kutlamaları yavaştan başlamış, o gün halk yürüyüşü var. Çoluk çocuk, ev hayvanları, herkes geleneksel noel kıyafetlerini giymiş programın başlamasını bekliyor. Helsinki Katedraline ulaştığımızda Noel korosu çoktan şarkılarını söylemeye başlamıştı bile. İşte o günden renkli kareler:



















Her şey iyi güzel de karnımız zil çalıyor, saat olmuş öğlenden sonra 2-3, grubu da tekrar topladık,  hep beraber bir yerlerde oturalım yiyelim yemeğimizi dedik. Hepimizi birden alabilecek kapasitede bir restoran arayışı neyse ki beklendiği gibi öyle iki saat sürmüyor, açık büfesi olan pizzacıya gidiyoruz. Önemli olan az paraya çok yemek, kimsenin de tartışacak, fikir öne sürecek durumda olduğunu sanmıyorum, "bir an önce yiyelim işte" durumu mevcut. Yemekler güzeldi, fakat son bir yere uğramadan gemiye dönmeyelim dedim. Ünlü kaya kilisesini, Temppeliaukio Church, görmeden dönmek olmazdı. Şansıma birkaç kare çekebiliyorum, sonrasında şarjım bitiyor.



Saat üç buçuk civarı, malum kuzeyde kışın hava erken kararıyor.





Koşar adımlarla gemiye dönüyoruz, gemi beklemez saati geldi mi gider. Gemi yolculuğunu seviyorum, tüm gün yürüdükten sonra insanın uzanacak bir yatağının olması kadar güzel bir şey yok bence, hem otel rahatlığı var hem de bir bakmışsınız gideceğiniz yere varmışsınız.

Bu arada sene başındaki geziden bir kaç kare paylaşayım. Her yer buzzzz. Koskoca Baltık denizi buz tutuyor arkadaş! Donmuş gölün üzerinde bile yürüdüm, hatta zıplasak bir şey olur mu acaba diyerek arkadaşlarla saçma bir deney bile yaptık (sonuç mu? olmadı bir şey, sağlammış :) )




Helsinki Katedrali, Şubat 2013: Merdivenleri temizleme zahmetine bile girmemişlerdi, tabi kuzeyde herkes buzda yürümesini gayet güzel beceriyor, olan güneyli turistlere oluyor.


Evet, bir gezimizin daha sonuna geldik! Kar yağsın Uppsala'dan tekrar bildiririm/fotoğraflarım. Aralık sonunda Istanbul'dayım, ve de civar ülke, şehir, kasaba, köylerde. Kış daha yeni başlıyor, kendinize iyi bakın üşütmeyin, bol gezmeli günler dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder