Translate

27 Temmuz 2013 Cumartesi

İstanbul: Ramazan Gezisi

Bu hafta Almanya'dan akrabalarım geldi ve doğal olarak da İstanbul gezisi düzenlemek ailemizin turist rehberi olan bendenize düştü. Seve seve düştüm yollara, bir yandan kafamda planlıyorum nerelere gidilir ve nerelerde trafiği atlatırım diye. İstanbullular bilir Ramazan ayında din turizminin tavan yaptığını, özellikle de Feshane, Sultanahmet, Eyüp ve Süleymaniye camisinin çevresine iğne atsanız yere düşmez.

Biz gezimize Eminönü'nden başıyoruz, ilk işimiz tüm sokağı kaplayan kokusu ile olmazsa olmazımız Kuru Kahveci Mehmet Efendi'den yeni kavrulmuş Türk kahvemizi almak. Mısır çarşısını geziyoruz sonra, onlarca çeşit tatlı, lokum, hurma vs. başımızı döndürüyor. Şu son moda Osmanlı dizilerinden olacak ki çarşı otantik, bakır veya gümüş kaplı kahve takımları ile dolup taşıyor... alıyoruz iki takım, kimine çeyizlik kimene ev hediyesi. Ara sokaklarda gezinirken ürün çeşitliliği dahada artıyor; sünnet, hacı malzemeleri, gelinlikler, perdeciler, bakırcılar, tahtacılar, çanak çömlek ne ararsanız var. Resim bile çekemiyorum alışverişten elimiz kolumuz dolu çünkü... Sonra başlıyoruz bir tırmanışa, zar zor çıkıyoruz Süleymaniye Cami'ne giden yokuşu. Yıllardır süren restorasyon çalışmaları en azından Cami'nin kendisi için bitmiş sadece civardaki külliyede devam ediyor. Cami bahçesini gezerken İstanbul ayaklarımızın altında misali bir yer buluyoruz, manzara doyumsuz...

Biraz dinlendikten sonra güneş yavaş yavaş batmaya başlıyor;
Süleymaniye Cami

Süleymaniye Cami etrafındaki kuru fasulyeciler meşhurdur, biz de kendimize kalabalık içinde bir masa bulup kuruluyoruz iftar saatini beklemek için. Alsında Eyüp yada Sultanahmet' e kıyasla Ramazan dönemi için bu bölge çok sakin bile sayılır, gitmeyi düşünenler için benden söylemesi. Dedikleri kadar varmış kuru fasulye. 

Yemeğimizi yedikten sonra çayımızın bakır çaydanlıkta servis edildiği Gülhane parkındaki Setüstü çay bahçesine gidiyoruz, bir yanımızda tüm ihtişamı ile Topkapı Sarayı, diğer yanımızda İstanbul boğazı ve rengarenk ışık gösterileri ile FSM köprüsü.

Ertesi gün Eyüp Sultan ve Feshane'yi geziyoruz, neyse ki korktuğum kadar kalabalık değil, çarşısında yürüyebiliyoruz hiç değilse.
Eyüp Sultan Çarşısı
Kalabalık ile ilgili söylediğimi geri alıyorum özellikle iftar sonrası Feshane için! Yürümek çok zor, birbirimizi kaybetmemeye çalışıyoruz. Adım başı bin bir çeşit yemekler, Osmanlı macuncuları, pamuk şekerler, balonlar, her köşeden farklı bir müzik, festival misali. Biraz daha ilerleyince lunapark çıkıyor karşımıza. Bir heves Goldol'a biniyoruz (unutmadan Apaçi müziğini de Bonus olarak veriyorlar) çığlık atıp stresimizi atmak için. Sonra adını hatırlamadığım, oturduğunuz bölmesi 360 derece dönen, bir sağa bir sola sallayan bir makineye biniyoruz, resimdeki gibi;
Pek öyle göründüğü kadar ürkütücü değil, o nedenle gondol favori yerini koruyor bizim için. Neyse ki eve dönüş yolu için boş bir taksi bulabiliyoruz. Tüm günün yorgunluğu üzerimizde ama gezen mutlu gezdiren de öyle.

Bir sonraki yazımı kısa bir süre sonra yazlıktan ileteceğim. Isveç'e dönmeden önce olabildiğince güneş ışığı ve ısısını ceplerime doldurmam gerek! :)

21 Temmuz 2013 Pazar

Rodoplar: Memleket Havası

Bendeniz 1988 Mart ayında Bulgaristan'ın Plovdiv (Filibe) kentinde hayata gözlerimi açtım. Rodopların büyük bir kısmını oluşturan Pomak Türklerindenim ve 5 yaşıma kadar Rodopların muhteşem doğası içinde bulunan Rudozem kasabasına bağlı Ribnitca (Balık dere) köyünde yaşadım. Annem ve babam üniversite eğitimine devam ederken babaannem büyütmüş beni. Ailece her fırsatta memleket havası almaya gideriz, büyüklerimizin de ellerinden öpmek için.

1925 doğumlu büyük ninem!
Babaanneme benzemek.
Nine ve dedelerim bu toplarda doğmuş büyümüş ve hala orada yaşıyorlar. Babaannem küçük çapta tarım ve hayvancılığa devam ediyor bizim için, organik beslenelim diye. Hem zaten boş duramaz oranın insanları, tarlaları ekinsiz bırakmak mı?!

Rodop dağlarını size en iyi resimlerle anlatabilirim diye düşündüm. Mesela sabah uyanıp balkona çıktığınızda karşınıza çıkacak olan manzara örnekleri şu şekildedir;




Gerek insanları ile,  dağları ve ırmakları ile, gerekse de yemek kültürü ile doğu karadeniz bölgemize benzer Rodoplar. Her mevsim ayrı bir güzeldir doğası. 

Yazın yemyeşildir tüm bölge:
Balıkdere, evimizin karşıdan görünüşü.

Smolyan
Tepelerin arkası Pamporovo kayak merkezi.
Uzaklarda Koznik ("Kechika" yani "keçi kayası") ve kale kalıntıları.
Sonbahar da ise turuncular kızıllar ve yeşillerle dolup taşar teperler:

Smolyan, göller bölgesi.
Kışın soğuktur buralar, ama koca koca çamlara vız gelir bu soğuklar! 1600 metre rakımlı dünyanın her yerinden insanı kendine çeken Pamporovo bölgenin ünlü kayak merkezlerinden biridir mesela.


Albümleri karıştırırken fark ediyorum ilk bahar resimlerimin olmadığını. Bu mevsimde uzun tatil günleri olmadığı için ziyaretler doğal olarak hep yaza ertelenmiş.

Kısa bir tanıtım yeterlidir diyerek, yeni bir yazıyı bir sonraki ziyaretime bırakıyorum. Bayram yakındır nede olsa.

18 Temmuz 2013 Perşembe

Candan Erçetin ile Unutulmaz Dakikalar

Miray’ın ısrarları üzerine, e biraz da içimde varmış amatör yazarlık, tüm bunların üzerine de unutulmaz bir Candan Erçetin konseri eklenince bloğumun açılışı bu etkinlikten başka ne olabilirdi ki. Gerek şarkıları gerek hayat felsefesi olsun çok severek dinlediğim Candan’ımın her yıl gelenekselleşen Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava konserini iple çeken ben, Miray ve Cansu’yu da (Şubattan beri başlarının etini yiyerek) taktım koluma gittik. Candan Erçetin’e ilk ismi ile hitap ediyor olmam tamamen kendisine duyduğum yakınlık ve sevgiden kaynaklanıyor, saygısızlık olarak algılanmasın sakın. 

Kızlar Candan’ı ilk defa canlı dinleyecekler… Benim ise ağzım kulaklarımda toplamaya çalışıyorum nafile.

Kamera götürmüyoruz konsere, çekim yapmak yasak, uyuyoruz kurallara. Konser öncesi hatıra fotoğrafı çekiyoruz sadece.

Dinliyoruz tüylerimiz diken diken! Eşlik ediyoruz avaz avaz biraz da kendi sesimizden rahatsız.

Normalde az ve öz konuşur Candan, herkes de bilir Candan'ın duruşunu, bu konserde ise susmuyor, susulacak gibi değil ki memleketin hali (susmasın zaten) yine veriyor o ince tam yerinde mesajlarını, anlayana tabi. Her şarkıdan sonra kopan alkış tufanı bu sefer Atatürkçü ruhun dizginlenemeyen çıkışı için kopuyor. Her zamanki gibi alkışlamaktan avuçlarımın içi kaşınıyor.


Uzun lafın kısası Candan ile mest olan yüreğimiz, konserin sonunda doğru sahne daveti almamız üzerine yerinden çıkacak gibi oluyor. Sahneye çıkmak! hemde Candan yanı başımda! Bende nerede o medeni cesaret! Yeni albümden “Yak Gemileri” şarkısını bilenler hadi sahneye dedi Candan, Miray'ım ve Cansu'm da tutmuş kolumdan çekiştiriyor git diye. Ezberim de yarım yamalak e yeni şarkı, ben gidemem dedim, sanki Candan bana tüm şarkıyı söyletecek bendeki de akıl! Derken bir cesaret Miray önde ben arkada (Cansu çantalara göz kulak oluyor) çıktık sahneye, Candan’ım ve diğer 20-25 kişi ile birlikte “yaktık gemileri”, kalorileri!!!


Bu unutulmaz gecenin ardından yüzümde hala toparlamakta zorluk çektiğim kocaman gülümsemeyle yatmaya hazırlanıyorum artık uyuyabilirsem tabi, içim hala kıpır kıpır.

Ertesi gün konser için yapılan yorumları okuyorum Facebook'tan, tanıdık bir isim gözüme çarpıyor, Miray aynen şöyle yazmış;
"Dün gece sahnede iki farklı kadın gördüm biri nasıl sakin, mağrur ve naifse bir diğeri o kadar çocuk, masum ve delidoluydu... Harikaydın Candan Erçetin bu ziyafeti dinleme şansına eriştiğimiz için pek şanslıyız..."
Her şey iyi güzel de bir sene daha nasıl beklenir ki Candan'lı Açık Hava!?