Translate

18 Ağustos 2013 Pazar

Yunanistan: Kavala


Ramazan Bayramını fırsat bilip ailece yine Bulgaristan yollunu tuttuk. Yazlıktan Bulgaristan'a bizim için en kısa yol büyük çoğunluğu otoban olan Yunanistan üzerinden olduğu için tercihimizden vazgeçmiyoruz ve basıyoruz gaza. İki saat gibi bir sürede İskeçe'ye (Xanthi) varıyoruz. Sık sık geçtiğimiz için ayrıca fotoğraflama gereği duymuyorum. Bir daha ki sefere ayrı bir konu başlığı altında küçük notlar düşerim.

İskeçe'nin yukarısından dağ yollunu takip ettiniz mi bir, bir buçuk saate Bulgaristan sınırı Zlatograd'a varırsınız, oradan da bizim varış noktamız Rudozem bir saatlik mesafede. Ama bu sefer yolu biraz uzatım ve Iskeçe'ye 55 km uzaktaki Kavala ya birkaç saatliğine kısa bir ziyaret gerçekleştirelim dedik. Niyetimiz sadece bir göz atmak beğenirsek yine geliriz, yakın ne de olsa. 
Kavala dağlık deniz kıyısına kurulu, yeşilin ve mavinin her tonunu barındıran, beyaz Yunan evlerinin çoğunlukta olduğu, tarihi dokusunu, daracık sokakları ile masal gibi bir şehir.
Araba ile daracık sokaklardan geçip, tabelaları takip ediyoruz; istikamet kale duvarları . En tepeye çıktığımızda çok hoş bir cafe görüp duruyoruz. Manzaraya karşı soluklanıp, birer frappe ile serinlemek gibisi yok. Hemen yanımızda Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın heykelinin ve müzesinin olduğu küçük bir meydan var, onun hemen sağında da Panagia kilisi yer alıyor. 
Panagia Church
Panagia Church
Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın evi.
Hava o kadar sıcak ve nemli ki, termometreye bakmaya korkuyorum. Uçsuz bucaksız denizin keyfini çıkarırken aşağıya bakıyorum bir hareketlilik var. İnsanlar bizim gibi bir Frappe ile aldanmıyor atıyor kendini denizin serin sularına. 

Hay aksi bikiniler yazlıkta kaldı?! 
Neyse canım, zaten kim inecek şimdi o kadar merdiveni...
 
Kaleye ulaşmak için tekrar atlıyoruz arabaya, en azından klima çalışıyor. Fakat sokaklar bir süre sonra o kadar darlaşıyor ki, babam hariç herkes diken üstünde. Tamam bizde biliyoruz usta şoför ama hani sokak da çok dar gerçekten. Zaten o araba o sokaklardan nasıl geçti hala şaşarım; dikiz aynaları açık ve her iki taraftan da sadece bir iki santimetre pay vardı.
Bizim bu ufak maceramız, şehirde neden bu kadar çok motosiklet olduğunun haklı bir kanıtı gibi.

Artık akıllanıp, ve üşenmeyip biraz yürüyerek geziyoruz etrafı. Zaten normal şartlar altında yapılması gereken de o, ama bizim acelemiz var biraz, sıcak hava da cabası. Şehrin dokusu çok ilginç, işte birkaç fotoğraf ile örnekler verelim;

Sokaklarda turistler hariç pek insan görmek mümkün değil, nedeni de öğlenden sonra 2-5 arası Siesta (öğle tatili diyelim) saatleri. Fena fikir değil alsında, hele de bu sıcakta.

Elimde harita da yok ki aradığımı bulayım, hazırlıksız yakalandım bu sefer, üstelik sıcak hiç çekilmiyor. Mesela Pargalı İbrahim Paşa Cami ne tarafta bulamıyorum. Hem zaten bir daha gelicez o zaman daha tedarikli olacağım. Üstelik daha ünlü Thasos adasına gidilecek, ünlü plajlarında yüzülecek. Ben bunları düşünür ve surların etrafında dolanırken,  bir sur kapısından başka bir sokağa açılan dik yol buluyorum. İşte tam da o sırada tüm haşmeti ile  Osmanlı'dan kalma (Kanuninin yaptırttığı) su kemeri karşımda beliriveriyor. 
Daha iyi bir kare alabilmek için bir evin düz olan çatısına çıkıyorum. Ekstra bir çabaya sarftemiyorum, ev sahipleri rahat çıkılsın diye yoldan merdiven yapmışlar. Ama sessiz olmayı da ihmal etmiyorum, siesta saati ne de olsa.
 
Artık yavaş yavaş gezimizi bitirelim, yol bizi bekler derken, değişik bir tabela görüyorum; haydi Konstantinopolis (460km) yolcusu kalmasın! Yok ya biz Bulgaristan'a gidecektik, İstanbul'u başka zaman fethederiz.
 Tekrar görüşceye dek şimdilik hoşça kal Kavala!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder